4 Mayıs 2013 Cumartesi

FACEBOOK ÜLKEMİZDE NEDEN BU KADAR POPÜLER


En çarpıcı istatistiklerden biri Sabah gazetesinin internet sitesinde yer alan Türkiye Facebook'ta Kaçıncı Sırada haberindeydi. Söz konusu haberde yer alan verilere göre Türkiye internet kullanımında dünyada 12. sırada olmasına rağmen facebook kullanımında 2. sırada olduğu belirtilmiş. Şu aradaki uçuruma bakın. Haber çok güncel olmasa da çok fazla bir değişiklik olduğunu da düşünmüyorum, sıralamalar aşağı yukarı aynıdır. Bu sıralamalara göre ülkemizde internet kullanım oranı az, ancak internet kullananlar arasında facebook kullananların oranı çok çok fazla yorumunu yapabiliriz. Yoksa nasıl internet kullanımında dünya sıralamasında 12. olurken, facebook kullanımında 2. sırada olmamızı açıklayabiliriz ki. 

Teknoloca sitesindeki bir haberde de benzer bir istatistik yer almaktadır. Habere göre İstanbul facebook kullanımında şehirler sıralamasında dünyada 2. sıradaymış. Ülkemizin de aynı sırada olduğunu düşündüğümüzde pek de şaşırtıcı değil aslında. Asıl şaşırtıcı olan şey şu ki, dünyada İstanbul'dan daha kalabalık ve internet kullanım oranı daha yüksek olan şehirler dururken neden İstanbul facebook kullanımında 2. sırada ? Ve neden 1. sırada başka bir müslüman ülkenin başkenti Cakarta bulunuyor ? Dünyanın en kalabalık şehri ve belki de en teknolojik şehri Tokyo neden ilk 5'te bile değil ?

Çünkü, bizler facebook kullanıcıları değil birer facebook bağımlılarıyız. Facebook'un ülkemizdeki popüler olmasının en önemli sebebi vatandaşlarımızın kendi içlerinde duyduğu yanlızlığı bir şekilde giderme ihtiyacıdır. Bilinçaltında yanlız olmadığının tatminini sağladığı için facebook bizim insanımıza cazip gelmektedir. Bu ihtiyacı gideren herhangi bir araç da bu şekilde popüler olabilirdi, ancak ilk olarak facebook bu imkanı sağladığı için milyonlarca vatandaşımız  facebook'u iç dünyalarında bir kurtarıcı olarak gördüler ve ona sarıldılar. İşin bütün özü budur.

Özgüveni zayıf olan gençliğimiz, facebook'taki arkadaş sayısıyla, yaptığı paylaşımlara gelen yorum ve aldığı beğenilerle karakterini tatmin etmeyi tercih etti. Sözde sosyal ağ olarak tanımlanan facebook insanlarımızı daha da asosyalleştirerek onları saatlerce bilgisayar başında facebook'ta vakit geçirmeye mahkum etti. Bu durum kimileri tarafından erkenden farkedildi ve onlar bir an evvel sanal dünyadan çıkıp, gerçek hayatı yaşamaya devam ettiler. Öte yandan Facebook kimilerini ise kendine öyle bağımlı hale getirdi ki ruh hastası bir nesil yetişti. Facebook gençlerimiz üzerinde sigara, uyuşturucu maddeler gibi bir bağımlılık yarattı ve ne dünyadan ne de kendinden haberi olmayan zavallı bir topluluk meydana geldi.


Hergün gazetelerde, internet sitelerinde facebook ile ilgili yeni bir kavga, tecavüz, cinayet haberi yer alıyor. Hepimiz okuyoruz bunları. Facebook'un insanlarımızı nasıl bunalttığını ve onları nerelere sürüklediğine şahit oluyoruz. Bu haberler Facebook'un özgüven ve karakter eksikliği yaşayan insanlar üzerinde nasıl etkiler yarattığını gözler önüne seriyor.

Muhtemelen bu yazıyı okuyanların büyük bir çoğunluğu da benim gibi bir facebook üyesidir. Benim amacım burada facebook'u kötülemek, facebook'un ülkemiz üzerinde birtakım kötü emellerinin olduğunu iddia etmek falan değil. Böyle iddialarım da yok zaten. Facebook teknolojinin nimetlerinden biridir bence, günümüzün en kolay kitle iletişim araçlarından biri haline gelmiştir. Fakat, doğru kullanmasını bilmedikten sonra en doğru araç bile zararlıdır. Demek istediğim o ki, facebook'a hakettiğinden fazla önem arzedip, bütün hayatını facebook'ta yaşamadıktan sonra bu ağ doğru kullanıldığı müddetçe çok güzel bir iletişim ve eğlence aracı olabilir bizler için. Tabii kullanmasını bilene...

BAHAR YORGUNLUĞU



Baharla birlikte ortaya çıkan bu geçici yorgunluk hali genelde bir kaç hafta sürmektedir. Mevsim dönüşümünde ortaya çıkan iyon dengesi değişimlerinin, meteorolojik şartlardaki farklılaşmalarının, ısı ve nem oynamalarının, aydınlık ve karanlıkta geçen saatlerde kaymaların ve daha pek çok nedenin rolü olduğu bilinmektedir.

Bahar yorgunluğu özellikle büyük şehirlerde ve stresli ortamlarda etkili olmaktadır. Bilim adamlarına göre, havanın ısınması ile birlikte daha fazla su buharlaşmakta ve bu da nem ve elektrik yükünü artırmaktadır. Havadaki eletrik yüklerinin (iyonların) dengesinin değişmesi ile insan vücudunda farklı etkiler görülmektedir. Pozitif yüklerin artması ile birlikte insanlar daha enerjik hissederen, bahar aylarında olduğu gibi negatif yüklerin artması halsizliğe sürüklemektedir. Büyük şehirlerde elektrik yükü daha fazla olduğundan, bahar yorgunluğu da sıklıkla bir şehir rahatsızlığı olarak ortaya çıkmaktadır.  
 
Bahar yorgunluğu bir hastalık olmamasına rağmen gerekli önlemler alınmadığında kronik hale gelebilmektedir. Baharla birlikte ortaya çıkan yorgunlukların arkasında gizli bir depresyon, gözden kaçmış bir kansızlık, farkına varılmamış bir tiroid yetmezliği ya da vücudunuzun her hangi bir yerine odaklanmış bir enfeksiyon hastalığı olabileceğine dikkat edilmelidir. Bu yorgunluğa bağlı olarak kalp ve romatizma hastalarında yakınmaların arttığı da uzmanlar tarafından verilen bilgiler arasında.

Bahar Yorgunluğu Etkilerini Azaltmak için Neler Yapılabilir?

Bahar mevsiminin gelmesi ile birlikte vücutta vitamin ve mineral ihtiyacı da artmaktadır. Bu ihtiyacı doğru şekilde karşılamak, bahar yorgunluğunun en etkili çaresidir.  Kendinizi daha enerjik hissetmek için yapılabilecekler arasında şunlar bulunuyor:
 
  Öğünleri daha az porsiyonlarla fakat daha sık yemeye özen gösterin. Bu metabolizmanızı hızlandırmaya yardımcı olacaktır. 
  Vitamin ve mineral zengini sebze ve meyvelere ağırlık vermeye; meyve suları, bitki çayları ve mineral yükü fazla su tüketiminizi artırmaya özen gösterin. Vücut özellikle de B ve C vitaminleri ile potasyuma ihtiyaç duyar. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde; potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunur. Bu nedenle meyve, sebze, patates, kayısı tüketimini artırmak tavsiye edilmektedir.
  Hamur işleri ve ağır, yağlı yiyeceklerden uzak durmaya çalışın. Yağlı ve şekerli yiyecekler yerine fındık, ceviz, kuru üzüm gibi yiyecekleri tercih edin.
  Günde 3 litre su içmeye dikkat edin. Yemek yemeden ve yatmadan önce azar azar içerek vücudunuza ihtiyacı olan suyu sağlayın.
  Uyku ritmine dikkat edin. Rahat bir uyku için yatağa girmeden önce günlük bütün stres nedenlerinizi aklınızdan uzaklaştırın. Hoşunuza giden konuları düşünün veya hoşlandığınız bir film seyredin.
  Hareket edin, bol bol güneşlenin, yürüyüş yapın. Spor yapmaya özen gösterin.
  Alkol kullanıyorsanız, mümkün olduğunca azaltın. Çünkü yorgunluktan kurtulmak için alkole sarılmak çözümü zor problemleri ortaya çıkarabilir. Kahveyi de aynı şekilde ölçülü tüketmeye gayret edin.
  Sizi strese sokan nedenlerden kafanızı uzaklaştırmaya çalışın. Açıkhavada yapılacak yürüyüşler kafanızı boşaltmaya yardımcı olur. 
 
 
Vücudunuzda bahar yorgunluğunun etkilerini hissediyorsanız, bu ayları enerjik ve stresten uzak geçirmek için bir uzmana danışmanızı tavsiye ediyoruz. 




SU İÇMENİN HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ

 Su gerçekten hayattır. Bedenimizin % 65'i sudan oluşur. Su yaşamımızın sürdürülmesi için temel besinlerdendir. Bedenimizin ısı dengesi, hücre içi yaşamın devamı, besinlerin yakılması, sindirilmesi suya bağlıdır. Suyun az alınması halinde ciddi sağlık sorunlarına kapı açılmış olur. 

Su az tüketildiğinde bedenimizdeki yağ oranı yükselir, böbrekler yeterli su alamayınca karaciğerin görevi ağırlaşır ve böbreği ikame etmeye çalışır. Yağ deposunu enerjiye çevirmesi gereken karaciğer işini aksatır ve yağların eritilmesi yavaşlar. 
Su aynı zamanda bedenimizdeki toksinlerin temizlenmesinde de etkilidir. Soğuk içildiğinde kana daha hızlı karışır. 
Bir yetişkin günde yaklaşık 10 bardak su kaybeder. Bu sebeple kaybedilen suyun yerine yenisinin konulması gerekir. Her ne kadar diğer içeceklerden de su ihtiyacımızı karşıladığımızı düşünsek de kahve, çay ya da colalı içecekler aslında idrar söktürücüdür ve bedenimizin ihtiyacı olan suyu kaybetmemize sebep olurlar. 
Su kalori içermez. Bu sebeple diyetlerde öne çıkan bir içecektir. Bununla birlikte suyun yağı yakmaya yardım etmesi, toksinleri temizlemesi özellikle diyet ve egzersizlerde abartılmaması gereken bir durumdur. Zira aşırı su tüketimi halinde bedenimiz ihtiyaç duyduğu vitaminleri de kaybedebilir. Sudaki kristal maddeler ise aşırı tüketim halinde böbreklerde birikerek taşsal kalıntılara sebebiyet verebilir.
Diyet ya da sağlık amaçlı yapılan egzersizlerde suyun egzersizden yarım saat sonra ve egzersiz bittikten on beş dakika sonra içilmesi daha uygun olacaktır. 
Su yaşamımızda vazgeçilmez olmasına karşın temel problem, su içme kültürünü geliştiremeyişimizdedir. Hem kendimiz hem de çocuklarımız için su içme kültürünü kazanmalıyız. İşte ya da evde mutlaka suyu yakınlarımızda tutmalıyız. Hatta su içmeyi kendimize hatırlatmalıyız. Günlük içeceklerden su almak yerine suyu olduğu gibi karışımsız içmeliyiz.

29 Nisan 2013 Pazartesi

KÖY VE ŞEHİR HAYATI

Şehir hayatı; her gün binlerce insanın içine girdiği ve çoğunlukla iş,eğitim vb. konular yüzünden geçiş yaptıkları hayat türüdür. Köy hayatından farklı olarak şehir hayatı; iş geleceği, eğitim ve sosyal ihtiyaçlar bakımından daha gelişmiş olup bu tür olanlarda gelişim sağlamış ve kişilerin ihtiyaçlarına yeterlilik sağlayabilecek durumdadır.

Fakat bazı konularda köy hayatının da şehir hayatına göre olumlu yönlerini görmek mümkündür. Bunlarda ilk olarak çocuk gelişimi olarak alabiliriz. Okul yaşına gelmemiş bir çocuğun doğa sevgisi, hayvan sevgisi ve bir çok konuda doğayla iç içe büyümeleri için köy hayatının olumlu yeri olduğu herkesçe bilinmektedir. İkinci olarak yenilen besinlerdeki tazelik ve hormon bakımından köy hayatı yaşayan insanların bu konuda daha şanslı olduklarını söyleyebiliriz. İstatistiklerde şunu gösteriyor ki köyde yaşayıp doğal(Organik) beslenen bir kişinin şehir insanına nazaran daha uzun süre yaşıyor.

Lakin şu da bir gerçektir ki insanlar yaşamları boyunca paraya ihtiyaç duymuşlardır ve duyacaklardır. Köyde yaşayan bir insana gelir getirebilecek yerler belli başlıdır. Bunların başlıcaları hayvancılık ve tarımdır. Fakat şehir hayatında para getirebilecek alanların genişliliği bakımından insanların bu hayata geçişi fazlalık göstermektedir. Şehir hayatında para getirebilecek alanların başlıcaları; sanayi, inşaat sektörü, gıda, tekstil, giyim mağazaları vb. alanlardır. Görüldüğü üzere şehir hayatında insanın geçimini sağlamak için gereken “para”yı kazanabileceği yerler çoğunluk göstermektedir. Bu nedenden olsa gerek şehir nüfusu, köy nüfusuna nazaran her geçen saniye artış göstermektedir.


Hayat bizleri nereye sürükleyeceğini bilemeyiz. Bir gün umutla bir gün hayal kırıklıklarıyla yaşar dururuz. Geleceğin getireceklerini hesap etmez genellikle günü birlik bir yaşam tercih ederiz.

Gençlik için yaşam ufak şeylerden mutlu olmaktan ibaret olup, genellikle anlık dünya hevesleriyle uğraşmakla zamanını geçirir. Tabı bunun içerisinde istisnalar vardır.

Köy ile şehir hayatında çok büyük maddi ve manevi farklılıklar vardır. Çoğu insan şehre, iş ve eğitim umuduyla göç etmektedir. Aslında şehre göç edenlere sorsanız çoğu, köyün şehir yaşamından daha rahat olduğunu söyleyeceklerinden emin olabilirsiniz. Bunun nedeni de kültürel yaşam ve maddiyattan kaynaklanır. Köyde komşuluk ilişkileri ve adetlerimiz ön plana çıkmış olması, şehirde ise her şey maddiyata dökülmesi insanların köy yaşantılarını özlemesine neden olmaktadır.

Köy ile Şehrin havası bile bir başkadır. Bir sabah uyandığınızda kuşların,kuzuların ve horozların sesleriyle temiz bir havada keyifle uyanmak varken, araba gürültüsü ve sisli bir havada uyanmak insanın yaşam hevesinden bile farkından olmadan bir şeyleri götürür.

Maddiyat olarak köydeki yaşam şehre göre rahattır. Bunları örneklemek gerekirse köyde bahçede elma, armut yetiştirir evinde meyven eksik olmaz, patates soğan ekersin, su parası derdin olmaz, tarlada buğday nohut ekersin unun, bulgurun eksik olmaz, ekmeğini tandırda yaparsın ekmek parası derdin olmaz, ineğe, koyuna bakarsın sütün, yoğurdun, peynirin eksik olmaz, tavuğa bakarsın yumurtan eksik olmaz, köyümüzün tabiri ile odun kesimine gidersin yakıt derdin olmaz. Ancak bunlar için yapacağınız emek ve masraflar şehir hayatına göre onda biri kadar diyebilirsiniz.
Geçen gün yaşlı bir hacı amcayı gördüm.Tabi ki siz tanımazsınız ama tanıyanların olduğunu bildiğim için ismini vermek istemiyorum. Önce selamlaşma ve hal hatır davasından sonra hacı amca anlatmaya başladı. Köyünü çok özlediğini, oranın havasını, suyunu, koyunların meleşmesini, eşeği ile odun getirmesini, çamlıktan kozak toplamasını, köydeki ahalinin toplanıp muhabbet etmesini, komşulukları v.s. özlediğinden bahsediyordu. Bunları anlatırken gözlerindeki köy özlemini kim olsa anlardı. Anlatırken bazen gözleri doluyordu. Anlaşılan şehir hayatı onu hiç mutlu etmemişti.

Sonuçta insanlar köyde yaşadığı hayatı şehre, şehirdeki hayatı köye adapte etmenin çok zor olduğu aşikardır. Şu da bir gerçek ki köy hayatının da, şehir hayatının da ayrı bir güzelliği vardır. Yeter ki yaşadığımız anların kıymetini bilelim.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Kadın ve erkek diye yapılan cinsiyet ayrımı bir çok alanda karşımıza çıkmaktadır.Bunları özetlemek gerekirse en net ve belirgin olanları şunlardır
İş hayatında ayrımcılık:
Kadın ne kadar çok çalışırsa çalışsın hep erkeğin arkasında kalıyor.Fakat erkeğe göre göstermiş olduğu özveri hep gözlerden kaçmaktadır.
Bütün gün çalışmasına yorulmasına aldırmaksızın evinin kapısından girince eş ve anne modeline bürünen kadınlarımız birazcık takdiri hak etmiyorlar mı ?
Sosyal hayatta ayrımcılık:
Burada değinmek istediğim nokta her ortamda evlilik iş vs.. kadına yapılan cinsel ayrımcılığı kanıtlar şekilde. Kadın kısmı gezmez otur evinde kocanı bekle ama erkek iş çıkışı olsa bile biraz arkadaşlarıma takılıcam deme hakkına sahip.
Düşününki bir çift boşanmış (KADIN) dul yakıştırmasıyla bir anda ilgi odağı haline geliyor.Erkekte ise aman elinin kiri kimbilir ne yaptında boşadın. oysa kadına bakılan gözler değişiyor.Bir çok erkek faydalanmak için fırsat kollar hale geliyor.
Eğitimde ayrımcılık:
Okumak isteyen bir çok kız çocuğu engelleniyor. Evlenip gideceksin okulla işin ne deniyor.Oysa erkek okusun diye çırpınıyor anne ve babası erkek ya nasıl olsa okumalı ev geçindirecek.Aile sahibi olacak oysa nasıl görmezden geliniyor. 

Hayatın müşterek olduğu belki bir hastalık belki bir kaza sonrası evi geçindirmek sorumluluğu kadının üstüne kalabileceğini idrak edemiyor bir çok aile.Ayrıca kadının kendine güvenen ayakları üstünde duran bireyler olması için eğitim şart.

Birde çok komikçe bir yaklaşım var sanal ortamlarda bulunan kadın ve genç kızlarımıza yakıştırılanlar. Erkekler saatlerce internet başından kalkmasa söyleyecek hiç bir sözü olmayan toplum kadın olunca çok çirkin yakıştırmalarda bulunuyorlar.

Kadın haline bakmadan internet başında kesin kocasını aldatıcak. Genç kızsa ne işin var internette kocamı arıyorsun? vs... bir çok örneğini görebiliriz bu yakıştırmaların.

Anlatmak istediğim toplumumuzun her alanında her ne kadar kadın erkek eşittir diye ahkamlar kesilsede malesef bu tür cinsiyet ayrımlarını engelleyemiyoruz.

bu videoyu da sizinle paylaşmak istedim. Bilim dünyasında kadın erkek ayrımı.